20 Eki Gümüş Saçlı Adamın Kadehi; EKİM 2020.
Zaman acımasız. Kurşun yarası gibi, vurulmanın sıcağı ile hissettirmiyor etkisini önce, soğudukça daha bir derinden işliyor. Acıdıkça seviyor insan yarasını ve sanırım geçmiş gelecekten daha garanti olduğu için bir de daha kıymetli oluyor.
Geçenlerde , ustalıkla yazılmış bir makale okudum, asmanın tarihçesi; Jeolojik çağların hangisinde ortaya çıkmış, hangisinde kültür bitkisi oluvermiş, ne olabilirmiş, ne olmuş gibisinden öğretici bir yazıydı. Öğrenebilme kabiliyeti olana….. Jeolojik çağlarla ilgili bilgim çok sınırlı olduğundan, bunlardan sadece mezozoik çağ aklımda kaldı. O da Nil Bar da Cuma akşamları sahne alan grup Mezozoik ile örtüştürdüğümden. Grup Mezozoik; olgun ölgün rock band. Solisti İsmet, Ahmet ya da Ersin, yazarken hangisi olduğunu hatırlayacağım, sahneye bir şişe şarapla çıkar, performans boyunca şişeden yudum yudum götürür şarabını. Grup barın gediklisidir. Her gece çıkmamalarına rağmen sahne düzeni onlara göre yapılmıştır. Estarabim caddesi, muhabbet sokağı numara 90. Erkin Koray, Cem Karaca, Müslüm Gürses, Ferdi Tayfur, Orhan Gencebay çalar yorumlarlar.
Mezozoik zamanı, Nil Barda dalgalanmış da durulmuş fosil rockerlara sıklıkla rastlamak mümkündür, kalkamadıklarından otururlar, ikna edildiklerinde öyle bir sohbet başlar ki, zaman dursun diye dua ettirir insana.
Bar, üç ana kısımdan oluşur; bahçe sahne katı ve balkon. Bahçede müziğin tadına varılamaz, sahne katında görsellik yarım kalır, en iyisi balkon. Hem yasakları delip sigara içilebilir hem de Ersinin şarap şişesi dikizlenip hangi şarkının geleceği, sahnenin ne kadar süreceği tahmin edilebilir. Hem tenhadır da balkon; ortam dinlemesi bile yapılabilir.
Rakı içen eski bir şarapçı olarak Nil Barda birayı ya da votkayı tercih ederim. Şarap fazla aristokrat, Rakı da ağır kaçar ortama. Bir yandan müzik dinleyip zaman kurşununun açtığı yaraları deşerken öte taraftan demlenirim.
16 yaşımın tat algısını ararım o bir şişe bira içinde özlemle. Kafa yapsın diye içine tuzlu leblebi ve sigara külü basarak ziyan olan 90’lı yılların birasının yerini tutmaz. Çam dibinde kaçak içilen cin tonik sarhoşluğunu sorarım cevap vermez. Leventlerin izbe yazıhanesinde tuzsuz limonsuz tekila? Tuz- limon olmadan olur mu?…… ses yine yok. köpek öldüreni sorarım, Ege Üniversitesi kampüsünde bitirdiğim yerde gömdüğüm şarap şişelerine, yok artık onlar da. Üniversite sınavlarına hazırlanırken, aynı akşam ders çalışmayı planladığımdan, sarhoş olmamak için sakeliği ele alıp, öğrenci evindeki narin kızcağız kadar kendime rakı aldığımda kızCAĞIZın o kadar da narin olmadığını anlamanın şaşkınlığı, o şaşkınlığın verdiği keyfi ararım. O tatların yaşandıkları yerde kaldığını, orijini oluşturduklarını ayrımsarım. Analitik düzlemde, üst limitim olmuşlardır artık, aşılamazlar. Tekrarlanabilirlik sınırları içerisinde kalmayı umarım.
Ben bu tatları kurcalarken Ersin bitirir şarabını. Gitar kutusuna girer, davul sökülür, klavye kaldırılır. Olgun ölgün rock parçaları çalmaya başlar mekan işletmecesi insanlar ayıkmasın diye. Mezozoik havasından sıyrılan, geceyi sonlandırır mekan sahibi içilecek son içkilerin karından mahrum kalır yoksa. Rocker fosillerinin her biri aynı ben gibi geçmiş güzel günlerdedir, tatlı tatlı sızlar içleri. Hesaplar ödenir, o iç sızıları ceplere konur, ceplerindekini ortaya döküp benzerleri bulmak için yeni organizasyonlar yapar şanslı olanlar. Diğerleri elleri ceplerinde, tenhalaşmaya başlayan sokaklarda kendi ayak seslerinin ritmine uyarlar. Çünkü;
Zaman acımasız. Kurşun yarası gibi, vurulmanın sıcağı ile hissettirmiyor etkisini önce, soğudukça daha bir derinden işliyor. Acıdıkça seviyor insan yarasını ve sanırım geçmiş gelecekten daha garanti olduğu için bir de daha kıymetli oluyor.
Gümüş Saçlı adam kimdir?
Yaşını soran küçük bir çocuğuna,” hangisini soruyorsun? Üç tip yaşı vardır insanın; beden yaşı, 40larda sona yakın, zeka yaşı, yer yer seninle yaşıtız, yer yer büyükbabanla, ruh yaşı, binlerle ifade ediliyor.” cevabını veren yaşam formudur kendileri. Kömür karası saçları, kül grisine dönerken, şizofren konuşmalarını, farklı olduğunu sandığı yaşam algısını, eşsiz addettiği hayatını, sözlü müdahalelere imkan vermeyecek tek ifade biçimi, yazı ile aktarmayı akıl etmiştir. Bu çabası sırasında saçları kömür karalığından kül griliğine dönmeyi tamamlamış, hatta gümüş rengini almış olduğu için Gümüş Saçlı Adam ismini kendisine hak görmüştür.
Deneme türüne neden deneme denildiğinin yaşayan kanıtıdır. Şiir, roman, öykü, kısa öykü, daha kısa ve en kısa öykü yazmayı deneyip başaramamıştır. Bu satırları yazarken dahi “tevazu etme inanırlar” ikilemine kapılacak kadar kendini beğenmiştir.
Mühendislik formasyonu ile ve Rindliğiyle çok övünür. Hayatın çok da ciddiye alınmaması gerektiğine inanmasına rağmen sıklıkla, incir çekirdeğini doldurmayacak mevzular üzerine kafa patlatıp kara kara düşünürken yakalanmıştır.
Yayınlanmamış yazıları, kendi sayıları kadar, yayınlanmışlardan üstündür. Arada bir kelime cümle, imla hataları yapsa da ölümcül samimiyeti ile sevilesidir.
Üzgünüz, yorum formu şu anda kapalıdır.